Skip to content

Baba olmanın keyfi

Son zamanlarda mesleğimi soranlara "Babayım" diyorum. Ne de olsa günümün önemli bir kısmı oğlumla geçiyor. O da karşılığını veriyor bana. Sabah yanağımdan öperek uyandırmalar; beraber el yıkama ve dış fırçalama seanslarımız ve kahvaltılarımız derken hayatım çok güzel geçiyor.


Az önce de top oynadık beraber. Babalık güzelmiş...

"Güneş Deniz Gündüz" ormanı


Oğlumun doğmasından kısa bir süre sonra onun için ne yapabileceğimi düşündüm uzun uzun. Ev, araba gibi şeyler haricinde birşey olmalıydı; ve bize yakışmalı idi bu.

Son zamanlarda hızlandırdığım bir kitap çalışmam vardı. Kitabı bitirip satsam kazanacağım para belli. Yani attığımız taş ürküttüğümüz kurbağaya değmeyecek. Hadi onu geçtim; herkes alamayacak kitabı -- belki de öğrencilere fazla gelecek parası. Her ile gidemeyecek belki kitap... vs vs..

Bugüne kadar yazdığım tüm belgeleri Internetten dağıttım. An itibariyle 166820 kez indirilmiş belgelerim. Gurur duyduğum bir rakam. Hadi yarısı boşa olsa 80000 kez indirilmiş demektir. Bu bile iyi. 80000 kitap satamazdım örneğin ;-)

Demek ki yöntem güzel. Ama bu sefer farklı birşey yapayım dedim... Kitabımı bölümlere ayırdım. Tablespace'ler bir bölüm, kurulum başka bir bölüm. Her bölümü ayrı ayrı PDF yapıp koyacağım web sayfama. İsteyenler Tema Vakfına istedikleri kadar para yatıracaklar. Vakıf da Şanlıurfa ve Antalya'daki alanlara bizim adımıza ağaç dikecek. Bu para zorunlu değil -- bunu da tekrar not edeyim.

Sanırım bize yakışan da bu olurdu. Özgür Yazılım camiasının bu projeye destek vereceğine eminim. Tek amacım ileride hepimizin gurur duyacağı birşey bırakmak geriye. Bağış yapanlar, eğer aksini istemezlerse, web sayfamdan duyurulacak. Yapılan her bağışın miktarını yazmayacağım; çünkü ekilecek her bir ağaç geleceğimizi güvence altına alacaktır.

Kitabı bitirmeye çalışıyorum bugünlerde. PostgreSQL 8.3 ile birlikte herşey baştan aşağıya değişti. Güncellemeler bitince peyderpey koyacağım webe.

Bizi takip etmeye devam edin.

Güncelleme: Kitap PostgreSQL kitabı tabii ki:)

Kanada günlüğü


1 hafta oldu buraya geleli. Aslında pratikte hiç zorlanmadım uyum konusunda -- arkadaşımda kalmam, yemeklerin istediğim gibi pişmesi ve hepsinden önemlisi hızlı Internet bağlantısı sayesinde kendimi evimdeymiş gibi hissediyorum ;-) (Aslında kendi yemeklerimi kendim pişimeyi severim ve hayatımda hiç bir zaman evimde 20 MBit'lik hattım olmadı -- ama neyse )

Buraya geldikten sonraki 3 gün dışarı çıkmadım. Ancak hem çevreyi öğrenmem gerekiyordu; hem kahvaltılık almam, hem de yürümem :-) Yürüyerek 20 dakikalık bir yerde olan Coopers'a gideyim dedim. Google maps sağolsun; aldım haritayı elime ve yürümeye başladım. Neyse buldum mekanı, yaptım alışverişi ve geldim geri. Ertesi gün kendime güven gelince bu sefer yine gideyim dedim. Gitmekle kalmadım; oradan da Orchard Park'a gideyim dedim. Tabii bunda kendime yeni bir cep telefonu almam gerekliliğinin de etkisi vardı. Daha önceden araştırdım ve Virgin Mobile'da karar kıldım. Hayatımda ilk kez sim kartsız telefon görmemin yanı sıra telefonu neredeyse bedavaya almam (70 dolara kapaklı bir LG aldım) da etkileyici idi. O işi de halledip Starf^Hbucks'ta birşeyler içtikten sonra eve döneyim dedim -- dedim de otobüs durağını yerini bilmiyorum :-) Bulduğum ilk durakta beklerken 10 numaranın yukarıya dönüşünü görünce (acılı bir sahne idi; Cumartesi günü o otobüs 30 dakikada bir geliyor) çaresiz o yöne doğru devam ettim. mp3 çalarımın yardımıyla geçen bir süre sonra kaldığım eve dönmeyi başardım.

E bu da deli cesaretini beraberinde getirdi. Artık her gün dolaşıyorum oralarda :-) Burada bir Yunan lokantası var. Fiyatları azıcık tuzlu olmakla beraber "Mousakka" gibi birşeyi menüde görmek güzel ;-) Geldiğim gün tavuk şiş ve kıymalı makarna yemiştim oradan (meğerse reklammış; bir daha Türk yemeği göremedim ondans sonra :-)) ) . Gitmişken oturayım dedim. Corona yudumlarken kafayı bir çevirdim ki eski dost Ouzo:-) Nicolai Yunanistan'a PostgreSQL eğitimi vermeye gittiği zaman (ee, 3 sene önce idi galiba) bana 2 şişe getirmişti Ouzo'dan. Aah ah diyorum sadece ;-) Neyse, ouzo içmedim tabii; mundar etmemek için.

Yani özet olarak yedim, içtim ve ...eeee... çalıştım son 1 haftada. 

PostgreSQL 8.3 beta1 duyuruldu


Aslında ben özenip bezenip güzel bir yazı yazmıştım bu konuda 12 saat kadar önce; ancak sonra leziz bir "session timeout" yedim ve gitti yazı. Az önce resmi duyuru yapılınca tekrar yazasım geldi...

Bu herhangi bir beta duyurusu değil aslında. PostgreSQL'in sanırım 8.0'dan bile daha fazla özellik içeren yeni sürümünün sonunda beta aşamasına gelmesinin duyurusu. Hangisini saysam bilemiyorum: HOT (Heap Only Tuple), plan invalidation (sırf bu özellik için 8.3'e geçilir bence; o kadar önemli görüyorum), just-in-time background writer... Tsearch2 core içinde artık; bu da çok önemli.

Bu sürümde biz DBA'leri en çok zorlayacak şey sanırım bgwriter'daki değişiklikler. Bu sürümde bgwriter baştan aşağı değişti diyebiliriz. Ezberlerimiz de değişecek tabii ki. Yapılandırma dosyasındaki parametrelerin adları da değişti; değişiklik o kadar geniş etkili yani.

Autovacuum artık çok kararlı bu sürüm ile beraber. Multiple workers kavramı ile tanışacaksınız bu sürümde autovacuum için.

Daha birçok değişiklik var tabii ki. 8.3 sürüm notlarında ayrıntılı bilgiler var. Şimdi test zamanı.

Facebook

"Your Facebook account has been deactivated."



Oh be!

Nagios ve NRPE


Tükkana geri dönünce hemen eskiden yaptıklarımın durumlarını incelemeye başladım. Sanırım 2-3 ay kadar önceydi: PostgreSQL.org'un tüm sunucularının tüm servislerinin ve de günlük oluşturulan dosyaların kontrolüne kadar uzayan Nagios yapılandırmasını görünce hayıflanmıştım. Şimdi azıcık da boş vakit olunca bizim Nagios'u geliştireyim dedim. NRPE'yi kullanmamıştım daha önce; ona da el attım.

Bugüne kadar kullanmamakla iyi birşey yapmamışım. Ailenin tembeli olaraktan öncelikle kurulum ve yapılandırma belgesini yazdım -- sonra her kullanımda oradan kopyala - yapıştır teknolojisini kullanarak kurulumları gerçekleştirdim. Öneririm NRPE'yi, sevimli bir alet.

Bu arada kaynamasın arada... Evet artık boş vaktim var. Eskiden PostgreSQL ile ilgili şeyleri takip edebilmek için geceleri online olurdum... Şimdi mesai bitiyor; bu işler de bitiyor :-) Bünye bunu kaldıramadığı için 22:30-23:00 sularında yatağa gidiyorum. Sabah 8'e doğru da kalkıyorum. Oh mis.

Bir de gurbet yarası var, hepsinden derin.


Command Prompt'un uzun zaman önce yaptığı (cazip) teklifi önceki ay tekrarlaması ve benim "Internet olan her yerde çalışırım aaabi" prensibimin üstüste gelmesi ve bilimum başka etkenlerin de aynı zaman diliminde yanyana gelmesi üzerine "Tamam uleyn, gelip bir göreyim ortamınızı; duruma göre neden olmasın?" dedim... dedim ve geldim Kelowna'ya... Tabii Frankfurt'tan Vancouver'a geldim önce; "Gelmişken biraz da buraları görelim be aabi" prensibim çalıştı bu kısımda. Bu arada, yıllar önce Doruk (Fişek), Fatih (Özavcı) ve bendenizin 15 günde 6 üniversiteyi gezmesi sırasında son gece temiz çamaşır kalmaması ve Fatih'in odasına battaniyeye sarılmış bir şekilde iltica etmemle sonuçlanan olaydan sonra sayın kendim pek bir dikkatli davranmaktayım ve 2 günlük gezi için bile yanıma 4 günlük kıyafet almaktayım. "O kadar yolu gelmişken PostgreSQL konferanslarının hepsine katıl" prensibimi devreye soktum; dolayısıyla birkaç ay buralarda kalayım dedim. Üstteki nedenle de birleşince biraz fazla eşya getirdim -- bu da Kanada'da sıkı bir gümrük kontrolüne girmeme neden oldu. Eğlenceli idi benim için: "Ülkenize kullanılmış kıyafet, giyilmiş ayakkabı sokmam herhalde, di mi?" gibi bir tümce sarfetmemden sonra ilkinden daha büyük olan 2. valizimi açmadılar sağolsunlar. Tabii "En yakın konferans ne zaman?" sorusuna aptalca "20 gün sonra Oregon'da" yanıtını neden verdim bilmiyorum; sırf bu yüzden Oregon'a iki elim kanda da olsa gitmek durumundayım artık :-)

Neyse ki Kelowna'da rahatım; arkadaşımın evine yerleştim burada. Odamın yan tarafında 14 bilgisayardan oluşan bir makina parkı var (hepsi de özel kullanım için... Sunucu falan değil yani :-) ) ve de daha da güzeli hızlı Internet var :-)"Internet nerede varsa orası senin mekanındır" prensibim sayesinde masada oturdum; blog yazabiliyorum :-)

Kendimi community işlerine vereceğim uzunca bir süre. Arınmak istiyorum para mevzuundan. Zaten kazandığım bana birkaç yıl yeter (Demiştim ye ye bitmedi diye :-D)

Bu sırada iş teklifini de kabul edersem ve çalışma izni de çıkarsa yerleşirim belki buraya. Rüyamdaki bir ortam var aslında burada. Güneş Deniz ile beraber yuvarlanabileceğim bir bahçe var; sessiz sakin bir ortam. Dedim ya arınmak istiyorum birşeylerden; sanırım çok uygun bir yer burası. Sonra "rüya işimi" yaparım sanırım; dünyada sadece PostgreSQL işi yapan tek firmada DBA ve sysadm olarak çalışma işi...

Parkyeri'ni soracak olursanız iyi güzel. Giray Abi'nin (Pultar) dediği gibi "Parkyeri'nde çalışan birisi ömür boyu Parkyerlisidir". Ben de Parkyerlisi olmaya devam edeceğim :-)

Yine de "Söyleyin memleketten bir haber mi var; yoksa yarin gözyaşları mı bu yağmurlar..."

Cebimde bir gitar teli var....


Teknowall'u yazan Barış yıllar önce Seattle'a çalışmaya gidecekti... Vedasını Pilli Bebek'te yapmıştık Cebine bir gitar teli, bir de rakı bardağı koymuştuk... Cem'in gitarının kopan teli ve Cem'in solo attığı rakı bardağı...

Bu gece Barış'tan ayrılıp az önce eve gelince cebimdeki gitar telini ve rakı bardağını koydum bir kenara... Evdeki onlarca gitar telinden daha özel, daha farklı bir tel bu tel...